top of page

27-) Sırbistan

08.11.2024 - 10.11.2024

Hiç hesapta kitapta olmayan, hiç niyetimin de olmadığı bir seyahatti Sırbistan. Ancak arkadaş çevremdeki şöhretim sağ olsun, ne zaman birileri cesaret edemeyeceği bir seyahate çıkacak olur ya da ne zaman bir grup arkadaş ekstra bir yol arkadaşına ihtiyaç duyar ilk aranan ben olurum. Çoğu zaman da “hayır” demeye gönlüm razı olmaz. İşte Sırbistan da böyle bir hikayenin sonucu olarak hayat buldu.

Belgrad

Akşam saatlerindeki uçuşumuz esnasında THY sağ olsun akşam yemeği olarak bizlere amele öğününü uygun gördü. Beyaz peynir ve salatalıktan ibaret bir sandviç ve meşrubat. Belgrad’a iniş yapıp shuttle servis ile şehir merkezine geçtik. Serviste yer yön bilmediği için bizimle iletişime geçmekten çekinmeyen THY personelleri servisten dışarı adım atar atmaz bir selam dahi vermeden uzadılar. İndiğimiz yerden 15 dakika kadar yürüyüp Skadarlija bölgesindeki evimize geçtik. Kısa bir soluklanmanın ardından çıkıp yakınlardaki bir mekanda bir şeyler içtik. O gecelik fazla uzatmadan geri dönüp yataklarımıza çekildik.

Trpkovic

Bu böreği hak etmelisiniz...

Ertesi sabah tempolu bir yürüyüşün ardından şehrin en ünlü börekçisi Trpkovic’e gittik. Daracık dükkanda sayısız müşteri sıra beklemekteydi. Biz de on dakika kadar bekleyip çeşitli börekler aldık. Dükkanın bahçesinde ayak üstü aldıklarımızı mideye indirirken Trpkovic şöhretinin hakkını fazlasıyla vermiş oldu. Ancak şu notu da düşmekte fayda var ki Trpkovic’in Belgrad’da iki şubesi bulunmakta. Bir tanesi daha merkezi noktada ve daha büyük. Bizim gittiğimiz ikinci ise merkezin bir nebze dışında ve epey küçük. Zaten belki de bu yüzden müşterilerin tamamı paket olarak alışveriş yapıyor.

 

Karınlarımızı doyurduktan sonra St. Sava’ya gittik. Burası şehrin en büyük dini yapısı. Önceki Belgrad turumda da burayı ziyaret etmiştim ancak o zaman yapı restorasyon görmekteydi. Bu kez restorasyondan eser kalmamıştı ve haliyle ben de çok daha keyif aldım.

 

Ekibin ısrarıyla katedralden çıkıp hemen köşedeki kafede bir şeyler içtik. Terazije Caddesi üzerinden ilerlerken resmi bir mağazadan kendime Kızılyıldız forması aldım. Klasik kırmızı ve beyaz çubuklu formadansa üzerinde geçmişten bir görsel barındıran açık renk deplasman formasını seçtim.

Sonrasında yolumuzun üstündeki Aziz Mark Kilisesi’ne uğradık. Şansımıza burada bir düğün merasimine denk geldik. Köşe bucak bir yerlere sığışıp epey bir vakit töreni takip ettik. Akrabaların meydana getirdiği bir çemberin ortasında duran gelin ve damat papaz tarafından bolca kutsandı. Ardından sahneye bir bebek çıkarıldı. Bebekle beraber, babası olduğunu düşündüğüm bir adam da gelin ile damada katıldı. Papaz bebek ile epey ilgilendi. Yüzüne yüzüne dualar edip, kutsal sular ile ıslattı. Merasim o kadar uzadı ki bebek en sonunda huysuzlanıp ağlamaya başladı. Merasim yine de devam etti. Papazın sözleri sona erip kalabalık dağılmaya başladığında biz de dışarı çıktık. Eğlence için getirilmiş şoparların vasat tınılarına bir müddet tahammül edip ziyaretimizi sonlandırdık. 

Mideler yeniden kazınmıştı ki önceden belirlediğimiz To Je To’ya gittik. Köftesiyle meşhur bu yer sosis, böbrek, antrikot gibi şeyler de satmakta. Dışarıdan bakıldığında açık mı kapalı mı karar veremediğimiz mekan salaş ama hoş bir atmosfere sahip. Boş bir masaya kurulup köfte, pleskavitsa, sosis ağırlıklı bir tabak yaptık ortaya. Tıpkı Trpkovic gibi To Je To da beni mest etti. Balkan diyarlarındaki favori köftecilerim arasına tepeden giriş yaptı.

 

Belgrad’ın gastronomik sürprizleri bitmedi. Kahvaltımızı yaptık, yemeğimizi yedik, sıra tatlıda. Knez Mihailova’nın başındaki havalı bir dükkanda satılan Princess Puff ismindeki donut benzeri tatlılara bayıldım. Balkan mahsulü gibi durmuyor, daha batılı bir havası var ama Belgrad’da çok meşhur. 

E yuh

E yuh...

Şu an bunları yazarken fark ediyorum ki bizim Belgrad gezisi bayağı bayağı gastronomi turu olmuş. Yemek yiye yiye akşamı etmiştik ve bir kez daha tıkınmaya gidiyorduk. Skadarlija’daki restoran ile meyhane arası mekanlardan birinde zar zor yer bulup çok da aç olmamamıza rağmen masayı donattık. Canlı müzik eşliğinde et ağırlıklı sofrayı mümkün olduğunca silip süpürerek geceyi ettik. 

 

Belgrad’daki son günümüze Ulusal Müze turuyla başladık. Şansımıza pazar günü bedavaymış. İyi ki de öyleymiş çünkü “ulusal” gibi iddialı bir isme sahip olan böyle bir müzenin hali bence içler acısı. Böyle kıyasları sevmem ama İstanbul’un herhangi bir semtinde bulunan ve 7/24 bedava gezebileceğiniz alelade bir müzeden hallice burası. 

 

Müzeden sonra Knez Mihailova’da aheste bir yürüyüş ile devam ettik. Cadde üzerindeki hoş bir dondurma dükkanından dondurma aldık. Belgrad yine şaşırtmadı. Dondurmayı gayet başarılı buldum. 

 

Caddenin sonunda kaleye ulaştık. Kaleye varmamızla beraber, iki adet nehir tarafından çevrilmiş olmasına rağmen iki gündür her ne hikmetse bir tutam su ile karşılaşmadığımız Belgrad’da su da nihayet görünmüş oldu. 

 

Knez Mihailova ve Kalemegdan’dan sonra yine boğazımız rahat durmadı. Ekiptekilerden birinin önceden keşfettiği ve kalanların da onay verdiği Lorenzo Kakalamba’ya kadar uzun bir yürüyüş yaptık. Burası aslında bir İtalyan lokantası ancak eğlenceli ve hatta matrak bir ambiyansa sahip. Mekan çeşitli eşyalarla o denli dolu ki yürürken sağa sola bakmamak gibi bir seçeneğiniz yok. Yemekler ise kötü değil ancak ahım şahım da değil. Benim en çok aklımda kalan şey ise bunların hiçbiri değildi. Yemeklerimizi yedikten sonra garsonun getirdiği tatlı menüsüydü. Kendi boyundaki kartonu bir anda pat diye önümüzde açan adam aklımı başımdan almıştı. Hem şaşırmış hem de kahkahamı zor tutmuştum. İnovasyonun biraz dozu kaçmış sanırım.

Lorenzo
Kakalamba

Burası bir restoran...

Günü bitirdiğimize kanaat getirip taksiyle havaalanına geçtik. Vaktimiz var düşüncesiyle kapıdan bir nebze uzakta bekleme halindeydik ki uçağımızın anonsunun geçmesiyle koştura koştura kapıya gittik. Gördük ki son yolcular olarak sadece biz kalmışız. Daha dakikalar olmasına rağmen bizden sonra kapıyı kapattılar. Saçma sapan şekilde neredeyse uçağı kaçıracaktık.

 

Belki de kaçırmalıydık zira uçaktan yol boyunca tuhaf tuhaf sesler geldi. Hostesin arka sıralardaki bir yolcuya yaptığı açıklamaya kulak kabarttım ve seslerin uçağın basınç sisteminden kaynaklandığını ancak bunun ciddi bir tehlike arz etmediğini öğrendim. Tabi gökyüzündeyken bu açıklama çok da rahatlatmıyor insanı. Neyse ki gürültüden başka bir sıkıntı yaşamadan İstanbul’a indik. Şans eseri tam da ben uçaktan inerken kaptan pilot kabinden çıkıp hostese “Teknik geldi mi?” diye sordu. Uçmak zor iş vesselam!

 

Bol bol kayıntı ile geçen Belgrad turu kabaca böyle geçti. Fazla detaya girmeyip bazı bölümleri üstünkörü geçtim zira bir önceki Belgrad turumda görmeyip de burada gördüğüm bir yer olmadı. O yüzden ağırlığı yeme içmeye verdim. Detay isteyenleri buradan o seyahatin anılarına davet ediyor ve aranızdan ayrılıyorum.  

Cebu -_ Bohol🛳️🛳️_#travel#traveller#in

Not!!!

Bu blog bir rehber değildir. 

Bu blog, hayattaki tutkuları yemek yemek ve seyahat etmek olan birinin maceralarını içermektedir. 

Bu blog, gidemeyenlere tüm çıplaklığıyla seyahati yaşatmak içindir.

Bu blog her şeyden önce kendim için hatırattır!

Yol arkadaşlığı için...

  • Instagram - Siyah Çember
bottom of page